Tarihin Aynasında Türk Dili

Teşekkürler post ...

BOZKIRDAN VADİYE İNİŞ: UYGUR RÖNASANSI

Eski Türkçenin ikinci evresini Uygur dönemi metinlerinin dili oluşturur. 744’de Basmıllarla ittifak yaparak Göktürklerin Açina hanedanını yıkıp Türk devletinin başına geçen Uygur Yaglakar hanedanı, ilk yıllarında Göktürklerin taşa yazma geleneğini devam ettirmiştir. Onlar da tıpkı selefleri gibi taşlara anıt metinler yazmışlardır. Ötüken Uygur devletinin meşhur kağanı Moyun Çor adına dikilen Taryat, Tes ve Şine Usu yazıtları bunlardan ilk akla gelenlerdir.

762’de Çin’de meydana gelen bir kargaşayı bastırmak üzere Çin’e sefer yapan Bögü Kağan, Mani rahipleri tarafından ikna edilerek Maniheizm’i kabul etmiştir. Türklerin Maniheizm’e davet edilmesi yeni değildi. Daha önce Bilge Kağan’ın bu dine davet edildiği ve Tunyukuk tarafından bu talebin kabul ettirilmediğine dair bilgiler vardır. Türk tarihinde bir dönem noktası olan Manihaizm’in kabulü aynı zamanda Türk dilinde de büyük değişim ve dönüşümlerin başlangıcı olmuştur. Uygarlık değiştirmenin temel gereçlerinden olan alfabe değişikliği bu dönemin en önemli olaylarından biridir. Bozkırda taşa küçük metinler yazılan Köktürkçe dönemi sona ermiş, artık kâğıda işlek bir el yazısı ile metinlerin yazıldığı Uygur çağı başlamıştır. Bu yönüyle birine taş uygarlığı diğerine de kağıt uygarlığı demek pek aykırı bir tabir olmasa gerekir. Uygurlar, Soğdlardan aldıkları sağdan sola ve bitiştirilerek yazılan bu kâğıt alfabesini hızla benimsemişlerdir. Kitleler hâlinde Turfan Tarım havzasına göç eden Uygurlar, burada yavaş yavaş yerleşik hayata geçip tarım ve ticaretle uğraşırken bir taraftan da yeni kabul ettikleri dinin gereğini yerine getirmek için Toharca, Çince, Sangritçe ve Soğdçadan Maniheist – Budist literatürü bu yeni alfabe ile tercüme etmeye başlamışlardır. Yoğun tercüme faaliyeti Türk diline Çin, Hint ve İran dilleri ile aynı coğrafyada bir medeniyet dili olma imkân ve fırsatını sağlamıştır. Bu tercümelerle Türk dili kavram alanını genişletmiş, Budizm’de kullanılan geniş kavram dünyası Türk diliyle ifade edilir olmuştur. Bu yönüyle Uygur dönemi Türkler için ilk büyük aydınlanma dönemi sayılmalıdır. Zira Türkler, bir yandan yerleşik hayata geçerken, diğer taraftan büyük Asya uygarlıklarını Türk diline tercüme etmişlerdir. Bundan sonra benimseyecekleri İslamiyet’i de kendi dilleri ile idrak edeceklerdir. Uygur tecrübesinin yaşanması, Türklerin, Fars ve Arap uygarlığına kendi milli dil ve kimlikleri ile adapte olmalarını kolaylaştırmış, bu dönemde oluşturulan yazılı kültür geleneği sonraki dönemlerin şekillenmesinde temel belirleyici olmuştur.

İlk Türk Rönesans’ı sayılabilecek Uygur çağında Türk dili her bakımdan gelişmiştir. Köktürkler döneminde sınırlı sayıda söz ve kavram alanına sahipken, bu dönemde yapılan çeviriler sayesinde gerek gramer yapısında gerekse söz varlığı sahasında önemli gelişme ve değişmeler olmuştur. Bu arada analitik dillerin cümle yapıları Türkçeyi etkilemiş; birleşik, bağlı cümle yapısına ilk olarak bu dönem metinlerinde rastlanmıştır. Ayrıca bu dillerden çok sayıda dinî kavram ve kelime dile girmiş, bunların önemli bir bölümü Türkçe köklerle yeni kelimeler yapılarak karşılanmıştır.

Uygur çağının bir başka özelliği Türklerde yazı kültürünün başlangıcını teşkil etmesidir. Sağdan sola ve işlek bir el yazısıyla yazılan bu alfabe yüzyıllar boyunca Türkçe metinlerin yazımında kullanılmıştır. Uygur alfabesi, 10. yüzyılın ortalarında Müslümanlığın kabul edilmesinden sonra da kullanılmış, Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakayık gibi önemli eserler bu alfabe ile yazılmıştır. Hatta 15. yüzyılda Fatih’in sarayında bu alfabeyi bilen bakşı unvanlı uzman kişilerin bulunduğu bilinmektedir.

Maniheist-Budist metinleri Türk diline çeviren Uygur yazıcıları, kaynak dillerdeki birtakım kelimeler yerine Türkçe köklerden yeni terimler türeterek Türk din dilinin yolunu açmışlardır. Uygur metinlerinde rastlanan, nom bitig “kanun kitabı”, emgek “ıstırap”, kirtünç “iman”, kılınç yolları “ahlak hükümleri”, sakınç “düşünceye dalma, istiğrak”, bilge bilig “hikmet”, ürlüksüz “fani”, kirtü öz “hakiki esas”, bilig köngül “şuur”… gibi sözler yeni dönemde Sanskritçe eserlerdeki Budizm terimlerinin Türkçeleştirilmesiyle ortaya çıkmıştır. Kutadgu Bilig’den tespit edilen şu sözlerin hemen hemen tamamı Uygur dönemi metinlerinden kopyalanmıştır: bayat “Tanrı”, büt- “inanmak”, erdem “fazilet”, ıduk “kutsal”, idi “rab, sahip”, inç “huzur”, isizlik “şer”, kut “mutluluk”, ötün- “(Allah’a) yalvarmak”, sakınuk “takva sahibi”, savçı “peygamber”, sayurka- “bağışlamak”, serim “sabır”, tapug “ibadet”, tıdguçı “yasaklayan”, tın “ruh”, yek “şeytan”, yil “cin”.

Eski Türkçenin üçüncü evresi olarak Karahanlı dönemi sayılmaktadır. Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han döneminde (932) İslamiyeti kabul eden Türkler, yeni bir medeniyete yelken açmışlardır. Karahanlılar ile Uygurlar aynı coğrafyada eşzamanlı olarak yaşamışlardır. Bu yüzden Uygurca ile Karahanlıca arasında alfabe ve dinî kavram alanına ait söz varlıkları dışında fark yok gibidir. Bu yüzden, Karahanlı Türkçesini eski Türkçenin üçüncü evresi olarak görmek gerekir.

Karahanlı çağı Türk dili tarihinde önemli bir yer tutar. Bu dönemde yazılan Kutadgu Bilig, Divanû Lügati ’t-Türk, Atebetü ’l-Hakayık gibi eserler yalnızca İslâmi Orta Asya Türkçesinin ilk eserleri olarak kalmamışlar, 12. yüzyıldan sonra gelişecek olan yeni Türk yazı dillerine de kaynaklık edeceklerdir. Bu çok önemli bir noktadır. Zira Karahanlılardan sonra Batı Türkistan’da hâkim olan Gazneliler, Selçuklular döneminde gelişen ve ilk ortak Türkçe sayılabilecek Harezm Türkçesinin temeli bu dönemde atılmıştır. Karahanlılar, böylece bir yandan Uygur alfabesinin yazım (imlâ) özelliklerini Arap alfabesine aktarırken bir yandan da Uygur döneminde geliştirilen Türkçe söz varlığını koruyup işlemişlerdir.

Bu dönemde yazılan üç büyük anıt eser bütün Türk edebiyatının ilk özgün ve kapsamlı metinleri sayılmaktadır. 1069 tarihinde bir Karahanlı şehzâdesi Yusuf Has Hacip tarafından kaleme alınan ve devri için oldukça hacimli (6645 beyit) olan Kutadgu Bilig, yalnızca bir siyasetnâme değil aynı zamanda 11. yüzyıldaki Türk kültür ve ananelerini yansıtan önemli bir eserdir. Kutadgu Bilig, bu yönüyle Türkçenin yazılı ilk telif eseri sayılabilir. Eser, tertibinde uygulanan alegorik yöntem sayesinde geniş kitleler tarafından zevkle okunmuştur. Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig’in elde bulunan üç nüshasını karşılaştırılarak tam metnini ortaya koymuştur.

Karahanlı çağının diğer önemli eseri de Araplara Türkçe öğretmek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından Bağdat’ta kaleme alınan ve Halife Muktedi Biemrullah’a sunulan Divânû Lügâti ’t-Türk adlı sözlüktür. Eser Arapça olarak ve Arap sözlükçülük geleneği çerçevesinde düzenlenmiştir. Kaşgarlı Mahmud bu esere ait dil malzemesini bütün Türk obalarına uğrayarak derlediğini ifade etmektedir. Bu yönüyle eser, Türk diliyle ilgili ilk derleme ve ilk sözlük çalışması, Kaşgarlı Mahmud da ilk Türkolog sayılır. Kaşgarlı Mahmud, eserini modern dilbilimin günümüzde ulaştığı sözlükçülük yöntemlerine uygun olarak hazırlamıştır, dersek fazla abartmış olmayız. Zira sözlükte dönemi Türkçesine ait bütün sözler (argo, küfür sözleri, ünlem ve edatlar da dahil olmak üzere) yer almakta; her sözcüğün açıklamasından sonra onunla ilgili atasözü, deyim, sagu, koşuk gibi “tanık”lar sunulmaktadır. Böylece eser, klasikleşmiş bir sözlük olmasının yanında, dönemin Türk diliyle oluşturulmuş bütün edebî ve estetik eserlerine yer vererek bir edebiyat antolojisi hüviyetini kazanmıştır. Yazarının milliyet bilinci de ele alınması gereken bir diğer husustur. Kaşgarlı Mahmud, “Türk” maddesini açıklarken Türklerle ilgili duymuş olduğu hadislere yer vermiştir. Ayrıca, Türkçenin diğer dillerden farklı söz ve kavram alanlarını açıklarken Türk dilinin zengin, yetkin ve Arapça ile “at başı beraber” sayılabilecek bir dil olduğunu ifade etmektedir. Eser, 11. yüzyılda İslâm dünyasına hâkim olmaya başlayan Türklerin, aynı zamanda bu dünyada kültürel varoluş iddialarının da somut bir göstergesi sayılmalıdır.

Dönemin önemli bir diğer eseri de bir ahlak ve hikmet kitabı olarak Yüknekli Edib Ahmed’in kaleme aldığı Atebetü ’l-Hakayık’tır. Eserde sade ve akıcı bir Karahanlı Türkçesi ile yeni Müslüman olmuş topluma İslami çerçevede öğütler verilmektedir. Çok sayıda nüshası olan eserin yazıldığı yer ve tarih konusunda tam bilgi sahibi değiliz, fakat dil, alfabe ve nüsha özelliklerinden Karahanlı çağı eseri olarak kabul etmekteyiz.

İLK ORTAK TÜRKÇE: HAREZM TÜRKÇESİ

11. yüzyılda Batı Türkistan’a, Maveraünnehr’e doğru göç eden Türkler burada Asya’nın en verimli topraklarına ve Ortaçağın önemli ticaret yollarına ulaştılar. Burası aynı zamanda dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış topraklardı. Böylece tarım, ticaret ve medeniyet coğrafyasına ayak basan Türkler bir yandan burada kendi kültürel geleceklerini şekillendirip şehirler kurup, tarımla uğraşırken diğer taraftan eski uygarlıkların mirasını da özümseme yoluna gittiler. Türkler, iki asır boyunca Harezm’de İranlılarla ortak bir kaderi yaşadılar. Batıdan gelen Arap-İslam etkisi karşısında ortak bir tavır alarak İslamiyeti eklektik yöntemlerle benimsediler. Müslümanlığı kabul ederken, İranlılar eski inançları olan Mecusilikten, Türkler ise Budizm-Şamanizm deneyimlerinden esaslı biçimde yararlandılar.

İşte her bakımdan zengin bir coğrafya olan Maveraünnehr’de bir araya gelen Türk toplulukları, Karahanlı dönemindeki dil tecrübesinden beslenerek yeni yeni eserler meydana getirdiler. Burada kaleme alınan Kısasu’l-Enbiyâ (1310), Mu’inü’l-Mürid (1313), Muhabbetnâme (1353), Nehcü’l- Ferâdis (1358), Mukaddimetü’l-Edeb ( 14. yy), Mir’acnâme Harezm Türkçesinin başlıca eserleridir. Bu eserlerde, İslamiyetikabul eden Türklere yeni dinleri hakkında basit ilmihal bilgiler verilmesi yanında, şarkın ortak hikayelerini halka anlatarak onlarla bu edebî zevki paylaşmak amacı güdülmüştür. Bu eserlerin başında hacmi ve içindeki zengin dil malzemesi bakımından Nehcü’l- Feradis’i anmak gerekir. İslamiyet’in ilmihal bilgilerini basit ve yalın bir dille halka anlatma yoluna giden Kerderli Ali’nin bu eserinde Oğuz, Kıpçak ve Karluk Türkçelerinden izler ve etkiler görürüz. Eser, bu yönüyle Harezm’deki ortak Türkçenin simgesi olmuş gibidir. Dönemin başka bir önemli eseri de Mukaddimetü’l-Edeb dir. Satıraltı Arapça-Türkçe bir sözlük olan eser, muhtemelen medreselerde dil öğretiminde kullanılmak amacıyla yazılmıştır. İçinde yer alan çok sayıda orijinal Türkçe kelime ile Divânû Lügâti ’t-Türk’ten sonra yazılmış ikinci ve önemli bir Türkçe sözlük sayılmaktadır. Dönemin önemli eserlerinden bir diğeri de Âli’nin Kıssa-i Yusufudur. Mensur bir metin olan eser, aynı zamanda Türk diliyle yazılmış ilk Yusuf kıssasıdır. Dil ve üslup özellikleriyle Nehcü’l-Ferâdis’e benzemektedir. Bu eser de halka yönelik yazılmıştır.

13. yüzyılda Harezm bölgesini işgal eden Moğollar, burada meskun Türklerin batıya ve kuzeye göçmelerine neden oldular. Burada oluşturdukları Türkçeye dayalı yazılı kültürü, Kıpçaklar Karadeniz’in kuzeyine daha sonra da Mısır ve Suriye’ye; Oğuzlar, Anadolu ve Balkanlara, Karluklar da bugünkü Özbekistan bölgesine taşıyacaklardır. Böylece burada mayalanan dil, değişik coğrafyalara taşınacak ve her biri belli bir lehçeleşme evresinden sonra yazı diline dönüşecektir. Harezm Türkçesi bu yönüyle Batı Türkistan merkezli Müslüman Türklerin son ortak dili olmuştur. Bu bakımdan Harezm Türkçesi, Türkçenin bütün ses ve yapı özelliklerinin bir arada görüldüğü, Karahanlı Türkçesinden sonraki gelişmelerin tespit edilebildiği önemli bir lehçedir. Türkçenin fonetik, morfolojik ve leksik özellikleriyle ile ilgili yapılacak bütün artzamanlı çalışmalarda en çok veri bu dönem eserlerinde bulunmaktadır. Zira bu eserler bir anlamda bütün Türklerin ağız özelliklerini barındırmaktadırlar. Bu yönüyle tarihimizin ilk ortak Türkçesinin Harezm Türkçesi olduğu söylenebilir.

13. YÜZYIL: LEHÇELEŞME ÇAĞI

Moğolların 1218’deki Otrar baskını Harezm’de yaşayan Türklerin tarihinde de önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu baskın sonucunda bütün Batı Türkistan’ı işgal eden Moğollar, yerleşik Türk unsurlarının dağılmalarına, değişik bölgelere göç etmelerine sebep olmuşlardır. Kıpçaklar, Astrahan- Hazar’ın kuzeyinden Arap coğrafyacıların Kıpçak bozkırları (deşt-i Kıpçak) adını verdikleri Karadeniz’in kuzeyindeki yaylaklara, Oğuzlar daha evvel akrabalarının gittikleri İran, Irak, Suriye ve nihayet Anadolu’ya göçmüşlerdir. Bu arada Karluklar bugünkü Fergana vadisi civarında kalmışlardır. Tabii bu göçler merhaleler hâlinde gerçekleşmiştir. Böylece bu yüzyıldan sonra Türk dili üç büyük lehçeye ayrılacaktır: Batıda Anadolu merkez olmak üzere gelişen Oğuz Türkçesi, Kuzeyde Altınordu ve yöresinde gelişerek daha sonra da lejyoner ve köle olarak Mısır’a götürülen Kıpçakların orada kurduğu Memluklular devletinde Kıpçak Türkçesi, doğuda ise Temürlüler döneminde gelişen Çağatay Türkçesi. Bu üç boya ait konuşma dilleri 13-16. yüzyıllarda yazı dili olma yolunda evrilmiştir.

 

 

Please follow and like us:
Pin Share

Author

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


Warning: Undefined array key "sfsi_plus_copylinkIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 275

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_riaIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 278

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_inhaIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 279

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_inha_display" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 347
RSS
Follow by Email