|
3-14) Abdülkerim Paşa'nın aracılıkları
Millî Mücadele, medeniyet dünyasına iğrenç gayeler gibi aksettirildi. Hükûmet ile millet arasındaki ayrılık yabancıların işe karışmasına yol açacaktır. Konferans, bizim hakkımızda karar verirken, bu anlaşmazlık iyilik ve kurtuluş belirtisi olmayacaktır.
Sonuç olarak, hareketin liderleri ile görüşmek üzere, yüksek şahsiyetlerle, bildirilecek yerde buluşma bir oldubitti şekline sokularak, vaktin darlığı dolayısıyla hemen cevap beklenmektedir. Görüş ayrılıklarına saygılı davranılacağını, şahsa ve şerefe dokunulmayacağını abartmalı bir şekilde ekliyor. Telgrafı yazan zat, Genelkurmay Tuğgenerallerinden Abdülkerim Paşa'dır.
Bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hâdi Paşa vasıtasıyla ve aynı şifre ile cevap beklemektedir. Adı geçenin, böyle bir hileye başvurarak, müracaatın bizden geldiğini ilân etme ve yayma gayesi güttüğü anlaşılıyor. Telgraf başında beklediklerinden, bir an önce, kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin bildirilmesi istenmektedir. Ali Fuat Paşa Hazretlerine de yazılmıştır» (Belge: 109).
Mahmut Bey'e aynı gün saat 19.00'dan sonra makine başında verdiğim telgrafta şunları bildirdim: «Kerim ve Hâdi Paşa’lara, Fuat Paşa'nın Ankara'da olmadığını ve meşgul bulunduğunu, ancak, görüşmek istedikleri takdirde, Sivas'ta bulunan Hey'et-i Temsiliye ve bu Hey'et içinde bulunan Mustafa Kemal Paşa ile istedikleri şekilde görüşmenin mümkün olduğunu bildirirsiniz (onlar görüşme isteğinde iseler), diye kaydettirirken dikkatli bulunmak gerekir» (Belge: 110).
Mahmut Bey, Kerim Paşa'nın Ankara'ya çektiği
telgrafı aynen bize de yazdı. İçindekiler aşağı yukarı Mahmut Bey'in
özetledikleriydi (Belge: 111).
Efendiler, İstanbul Hükûmeti ile haberleşmeyi kesişimizin on beşinci
günündeyiz. Millî karara karşı muhalefet durumuna geçen bazı yerler,
ister istemez millî akıma uymaya mecbur edildi. İstanbul'a, her gün
bütün memleketten, hükûmetin düşürülmesi isteği ile ilgili
telgraflar yağdırılmaya başladı. İtilâf Devletleri'nin, Anadolu'da
dolaşan subay ve memurları, her yerde açıktan açığa, Millî
Mücadele'ye karşı tarafsız olduklarını ve memleketin iç durumuna
karışmadıklarını söylemeye başladılar. Bu durum karşısında, Padişah
ve Ferit Paşa'nın, artık Millî Mücadele liderleri ile uzlaşmaktan
başka çıkar yol kalmadığını hesaba katarak, fakat, herhalde
mevkilerini de korumak şartıyla, bir uzlaşma yolu olabilecek
imkânlar araştırmaya başladıkları kanısına varmak yanlış olmaz
inancındayım.
Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı. Pek namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi. Selânik'te, ben kolağası (65) o binbaşı olarak aynı büroda çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik. Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu. Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür. Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktur.
Çünkü, kendisini inançları ve vicdanî değerlendirmelerinde taşıdığı manevî derece bakımından «hazret-i evvel (66), büyük hazret» olarak kabul eder, kendi dostluk çevresi içinde yer alanlara, kendisince, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun «hazret, kutup (67) gibi makamlar verirdi. Bana «kutbu'l-akdâb (68)» derdi. Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu noktalara tesadüf edeceğiz. Kerim Paşa'nın, kendine has bir konuşma ve yazış tarzı vardı. Kerim Paşa, çok samimî ve zamanında kendisine büyük şöhret kazandıran yüksek bir söz söyleme gücü ile konuşur ve öyle yazardı.
Kendisinde, inandırma güç ve kudreti olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi. Bizim, Selânik'te bulunduğumuz sıralarda, orada ordu komutanlığı ve ordu müfettişliği ile bulunmuş olan Hâdi Paşa, Kerim Paşa'yı açıkladığım vasıflar ile, dostlar arasında sayılır ve sevilir bir kimse olarak tanımıştı.
İşte Ferit Paşa'nın kabine arkadaşı Hâdi Paşa, sıkışmış olan Padişah'ın ve Ferit Paşa'nın pek elverişli bir yolla imdadına yetişmek istiyordu. Kerim Paşa, Ali Fuat Paşa'yı da Selânik'ten tanıyordu.
Efendiler, 27/28 Eylül 1919 gecesi, gece yansına bir saat kala telgraf başında, Kerim Paşa ile karşı karşıya geldik, İki taraf biribiri-ni şu sözlerle tanıdı:
Sivas — Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır.
Kerim Paşa'ya söyleyiniz, buyursunlar diyorlar.
İstanbul — Yüksek şahsiyetleri, Mustafa Kemal Paşa Hazret1eri
misiniz, ruhum?
Ben — Evet, sayın Kerim Paşa Hazretleri, dedikten sonra:
Kerim Paşa — «Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne» adresini
yazdırdı ve «Paşa'ya söyleyiniz anlar; Hazret-i Evvel karşınızdadır»
sözlerini bir çeşit parola gibi ilâve etti. Kerim Paşa: «Zâtıâlîlerinin
afiyetleri iyidir inşallah kardeşim» diye başladı.
Kerim Paşa'nın İstanbul Hükûmeti tarafından kalbinin temizliğinden
ve ahlâkının güzelliğinden yararlanılarak nasıl aldatıldığını
anlamak için, sözlerinin başlangıcını kendisine olduğu gibi
tekrarlatacağım. Rahmetli Kerim Paşa şöyle devam etti:
«Vatanın iyiliği için büyük vatansever kardeşimle ve sayın temsilci
kardeşlerimle görüşmek isterim. Ayağınız toprağına (69) ulaştırılmak
üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. İşte,
zâtıâlînizin eline ulaşan o telgraftaki esaslar üzerinde inşallah
sevindirici bir çözüm buluruz, Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve
pek önemli karışık devreyi Allah'ın lûtfu ile kolayca aydınlığa
çıkartırız. Bunun için de Allah'ın keremi ve nurdan yaratılmış
kurtarıcı emellerinizin gönül mürşidi (70) ile, bu konuda önemli
şeyler konuşarak, vatan için olan dileklerimizi birleştirelim değil
mi? Pek anlayışlı ve tedbirli kardeşim! Ne buyurursunuz, ruhum? Yere
batasıca kötü niyetlilerin bu güzel memleketimiz üzerindeki
iftiralarına ve açıktan açığa kötülük yapmalarına engel olalım,
onları ümitlerinin pusularında kötürüm ve cansız olarak bırakalım.
Yalnız hükûmet ile milletin sırf vatanın kurtuluşu ile ilgili
hizmetlerini ve işlerini birleştirelim.
Çünkü ortak ve yüce gaye aslında hep birdir. Vatan düşüncesiyle gösterilen bunca asil tepkilerin, medeniyet dünyası karşında aziz topraklarımızın korunması ile ilgili en büyük vatanseverlik olduğunu bir kere daha belirtmek üzere içinde bulunduğumuz durumun güçlüklerini yok edelim ve buna bir çare bulmak için de bu aziz kardeşiniz ile görüşmeye başlayalım, bekliyorum kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında, hükûmetin geniş ölçüde iyiniyet gösterdiğini ilâve ederim, ruhum!»
Efendiler, Kerim Paşa ile 27/28 Eylül, gece yarısından önce saat 23.00'te başlayan bu görüşmemiz, sabah saat 07.30'a kadar tam sekiz buçuk saat sürdü. Üç ana noktaya ayrılabilen bu görüşmemiz, yazıda esercedit denilen büyük tabaka kâğıtlardan yirmi beş sayfayı doldurdu.
Bunların hepsini burada okuyarak sabrınızı kötüye kullanmaktan korkarım. Rahmetli Kerim Paşa'nın, sağlam görüşlere ve -kendi inancına ters düşmesine rağmen- maalesef güçlü bir mantığa da dayanmayan bu tatlı sözlerinin ve tantanalı cümlelerinin okunup dinlenebilmesi için, yayınlayacağım belgeler arasında bu konuşmaya da olduğu gibi yer vereceğim.
Yalnız, bu görüşmede her iki tarafın güttükleri hedef ve dayandıkları temel noktalar hakkında, özellikle sonucu bakımından kısa bir fikir verebilmek için müsaade buyurursanız bu noktaların her birine bir parça dokunacağım.
Kerim Paşa'nın bilginize sunduğum ilk telgrafına karşılık verirken biraz da onun tarz ve üslûbuna uymuş olduğum görülecektir.
Cevabımda, ben de böyle başladım:
«Kerim Paşa Hazretleri'ne «kutbü'l-akdâb» deyiniz,
anlar» diye başladıktan sonra «şimdi cevap veriyorum» dedim,
«Pek sayın ve temiz kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri'ne.
Tanrı'ya şükürler olsun, sağlığım yerindedir. Büyük ve asil
milletimizin meşru haklarının bilincine varmış, onu korumaya ve
savunmaya bütün varlığı ile girişmiş olduğunu görmekle pek
mutluyum... Karşılıklı görüş belirtmek hususunda gösterilen isteğe
içten gelerek teşekkür ederiz
Fuat Paşa aracılığı ile çekilmiş olan telgrafın
içindekileri öğrenmiş bulunuyoruz
Dayanak noktası olarak kabul buyurulan bildiride ileri sürülen
hususların, Ferit Paşa ve arkadaşlarına karşı yöneltilmiş bir
haykırış ve çıkışma olduğu azıcık bir düşünme ve inceleme ile
anlaşılacak açıklıktadır. Padişah'ın kalbini derîn üzüntülere boğan
durum ve davranışlar, milletimiz tarafından değil, Ferit Paşa,
Dahiliye Nâzırı Adil Bey, Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve
bunların çalışma arkadaşları olan Harput Valisi Ali Galip Bey,
Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu
Valisi Ali Rıza Bey ve Konya Valisi Cemal Bey tarafından işlenen
kötülüklerle ortaya konmuştur.
Malatya'daki ihanet teşebbüsü, Çorum'daki haince tertip, Konya'daki kanlı teşebbüs eğer içyüzleri ile bilginize ulaşmış değilse, zâtıâlîlerinizi bir çözüm başlangıcı olarak düşündüğünüz noktadaki isabetsizlikten dolayı mazur görürüz
Yabancıların görüşlerinin lehimize döndüğü
tamamiyle doğrudur. Ancak, bu dönüş, hiçbir vakit Ferit Paşa
Hükûmeti'nin güttüğü siyasetin sonucu değildir. Bu sonuç,
milletimizin varlığını göstermek ve ispat etmek için kendi kendine
girişmiş olduğu kararlı teşebbüsünün eseridir. İşte bu konuda
Zâtışâhâne'yi aldatıyorlar.
Kurtuluş çaresi ve yaşama ilkesi ancak ve ancak Kuva-yı Milliyenin
önderliğinin benimsenmesinde ve millî iradenin hâkim olmasındadır.
Bu sağlam ve meşru temelden en küçük bir sapma, Allah korusun,
devlet, millet ve vatanımız için pek acı bir yıkım getirir.
Milletimizin asil mücadelesini kötüye yormaktan ve etrafa öyle tanıtmaktan geri durmayan kötü niyetli aşağılık kimselerin çok olduğu bir gerçektir. Ancak, asıl derin bir esefle karşılanacak olan husus, bu kötülükten başka bir şey düşünmeyenlerin başında, sonsuzluğa kadar yaşayacak olan devletimizin sadrazamı Ferit Paşa ile nâzırlık mevkilerini tutan Âdil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamlarının yer almış bulunmasıdır.
Memleketimize takım takım bolşeviklerin girdiğini ve Millî Mücadele'nin bir bolşevik mücadelesi olduğunu resmî olarak ilân eden ve yayan bu bahtsızlardır.
Asil ve temiz Millî Mücadele'mizin, İttihatçıların son çırpınışları ve kanlı hareketleri olduğunu ve onların parasıyla yürütüldüğünü resmen ve açıktan açığa bütün dünyaya ve yabancı gazetecilere söyleyen bu gafillerdir.
Anadolu'da karışıklık olduğunu basın yoluyla resmen ilân eden ve Ateşkes Anlaşması'nın özel maddesine göre aziz vatanımızı düşman işgaline uğratmak isteyen bu cahillerdir.
Malatya'nın Müslüman halkı ile Sivas'ın Müslüman
halkını biribirleri ile boğazlaşmaya sürüklemek isteyenler bu
zavallılardır. Millî Mücadele'nin önüne geçeceğim diye Sivas'ın ve
millî duyarlığın görüldüğü her yerin yabancılar tarafından işgalini
isteyen bu hainlerdir. Bununla birlikte, bizim en yüce gayemiz,
tıpkı siz kardeşimin düşündükleri gibi, kötü niyetlilerin bu güzel
memlekete yönelttikleri iftiraları ve açıktan açığa yürüttükleri
mel'unlukları kırmak ve onları kendi ümitlerinin pusularında
körkötürüm ve cansız düşürmek, devlet ile milletin faaliyetini sırf
vatanın kurtuluşu ile ilgili noktada birleştirmektir. Yüce Tanrı'ya
şükürler olsun, bu gayenin gerçekleştirilmesinde, artık milletimiz
her türlü kötü niyet belirtilerini kırmış, bütün kahramanlığı ile
dönüşü olmayan kesin adımlarını atmıştır. Yabancılar bile, milletin
yaygın gücünü ve kesin kararını, buna karşılık İstanbul Hükûmeti'nin
ne kadar soysuz ve milletle ilgisi bulunmayan âciz bir hey'et
olduğunu iyice anlamıştır. Merzifon'u boşalttılar. Samsun'u da
boşaltmaya başladılar. İç işlerimize ve Millî Mücadele'mize karşı
tarafsız kalacaklarını söylüyorlar. İşte millî teşebbüslerimizin,
istiklâlimizi güvence altına alma yolunda elde etmeyi başardığı ilk
sonuç budur.
Millî akım, İstanbul'da Kanun-ı Esasî hükümlerine uyulmasını
sağlamakla sonuca ulaşacaktır.
Şimdiki hükûmetin, geniş ölçüde bir iyiniyete sahip olduğunu sanmanın doğru olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı rica ederim.
Ben, daha Erzurum'da iken Ferit Paşa'ya gerçeği ve durumu açıklayarak, milletin kuvvet ve iradesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını yazmış; kendisini, karşı koyma ve engelleme yolunda devam etmemesi gereği ile uyarmıştım. Bu gafil zat, buna cevap vermediği gibi, millî akımın birkaç kişinin körüklemesinin eseri olduğunu da ilân etti. Çıkar hırsı ile, bilgisizlik gaflet ve körlüğü ile iki tarafı da idare ederek mevkilerini koruyabilecekleri şeklinde boş bir zan içinde bulunan birkaç valinin aldatıcı raporlarını benim tertemiz ve vatanseverce uyarılarımdan daha üstün tuttu. Bugün, her türlü kötülük, hainlik, beceriksizlik ve zavallılık durumunda kaldıktan ve millet de bütün olup bitenlerin içyüzünü tam bir açıklıkla kavradıktan sonra, bize düşen görev, hemen millî dâvâyı benimseyecek yeni bir kabinenin iş başına gelmesini sağlamaktır.
Eğer şimdiki kabinenin şahısları ve hayatları bakımından herhangi bir çekinceleri varsa, bugün için bu gibi şeylerle uğraşma tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz adına kendilerine istedikleri söz ve güvenceyi vermeyi de milletimizin çıkarı açısından gerekli sayarız. Ancak, tuttukları yanlış yolda inatla direnmeye devam edecek olurlarsa, bundan doğacak sonuçların sorumluluğu kendilerine ait olacaktır.
İşte yapılan bu iyi niyetli teşebbüs dolayısıyla, durumu bir defa daha ve son olarak, asil yüksek şahsiyetleri gibi kalbi gerçekten de vatan ve millet sevgisi, padişaha muhabbet ve bağlılıkla dolu olan ve kardeşlik hatıralarını daima saygı ile taşımakta olduğum siz kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleri ile de bildirmiş olmak, bizim için her türlü vicdan huzurunun daha da sağlamlaşmasına vesile olmuştur.»
Efendiler, buraya kadar söylediklerim bir tek maddenin özetidir.
Bundan sonra gelen maddede:
«Millî Mücadele bütün genişliği ile İstanbul'a doğru ilerlemektedir.
Ferit Paşa ve arkadaşları bunu bilmektedir. Zâtıâlîleri de bu
bilgileri isleyip aydınlanınız» dedikten sonra, o günlerde yapılmış
olan başarılı hareketlerin raporlarını özetleyerek açıkladım ve:
«artık bütün bu hareketleri durdurmak yalnız ve ancak bir tek şeye
bağlıdır. O da kabine başkanlığının millî dâvâyı bütün anlamıyla
benimseyecek bir zata verilmesi ve o zatın da bu millî dâvâyı
kavrayarak ona göre tedbir almaya girişmesidir» dedim.
«Bütün bu söylenenler karşısında siz kardeşimin de bir düşünceleri
varsa lûtfen bildirmenizi rica ederim» cümlesinden sonra, «Anadolu
ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey'et-i Temsiliyesi adına
Mustafa Kemal» diye imzamı koydum.
Bundan sonra Kerim Paşa: «Önce, zâtıâlîleriyle birlikte olan sayın zevatın hepsine selâm ve saygılarımızı arz etmek ve duyurmak lûtfunda bulunmanızı rica ederim» girişi ile görüşmemizin ikinci noktasına geçtiler. Kerim Paşa devam etti:
«Başladığım kısa konuşmanın bütün safhalarını zâtıâlîniz anlattınız. İşin çözüme götürülmesi bakımından iki yerde isabet gösterilmediğini söyleyerek mazur görüleceğimi belirttiniz. Gerçi, bütün durumlar ve çeşitli bölgelerdeki olaylar bilinmedikçe, bir konuda hakemlik etmek güç ise de, memleketle ilgili bir işin çözüme bağlanmasında bize ışık tutan, tertemiz vatan endişesi olduğundan, dayanağımız sağlam ve açıktır. Vatanın alın yazısına karar verileceği şu sıralarda, tek vücut olarak birleşmiş bir millet ve hükûmetin göreceği işi göz önünde bulundurarak, bunun kolaylıkla bir çözüme ulaşması dileğimi arz etmek isterdim.
Padişahın hareket noktası olarak aldığıma işaret buyurduğunuz bildirisini anlamakta bendenizin yanılmış olması mümkündür. Yalnız, müsaade ediniz de, asıl, işlerin çözümünde en büyük dayanak sayılan bu yüksek bildirideki toplayıcı yönleri açıklayarak, Padişah'ın sözlerinin neleri içine almış olduğunu belirteyim. Ben zannediyorum ki, Padişahımız...»
Ben, derhal Kerim Paşa'nın devam etmesine fırsat
vermeden şunu yazdırdım :
— Kerim Paşa Hazretleri, gereğinden fazla açıklama yapmak, her
ikimizi de asıl gayeden uzaklaştırabilir. Bir de Padişah'ın
bildirisinin yorumları ile fazla uğraşmanın yararı yoktur. Rica
ederim asıl konu üzerinde görüşelim.
Kerim Paşa cevap verdi:
— Asıl konu üzerinde görüşeceğiz. Müsaade buyurursanız devam edelim
efendim.
Ben — Rica ederim en son söz ve teklif üzerinde
anlaşalım, dedim.
Kerim Paşa — Evet, oraya geleceğiz efendim.