|
3-42) Barış Anlaşması'na kadar İstanbul'a ayak basmamamız ve milletvekili olmamamız tavsiyesi
İstanbul'daki teşkilât merkezimizden Kara Vasıf
Bey'in gizli, Şevket Bey'in açık imzasıyla aldığımız 30 Ekim 1919
tarihli şifrede, teşkilâtımızda bulunanların görüşleri, daha birçok
kimsenin görüşleri ile destekleniyordu. Bu şifrenin birinci maddesi
şöyle başlıyordu: «Ahmet İzzet Paşa, Sadrazam, Harbiye Nâzırı,
Genelkurmay Başkanı, Nafıa Nâzırı (91) ve programlara gerçekten
bağlı olan ve hizmet eden, bağlılığı ile birlikte önemli bir kuvveti
de bulunan göz doktoru Esat Paşa ile, ayrıca Rauf Ahmet Bey ve diğer
zatlarla gerek kendi istekleri üzerine gerek ilişkimiz dolayısıyla
görüştüm. Bütün düşüncelerin birleştiği noktalar aşağıdadır:»
Bundan sonra bütün düşüncelerin birleştiği noktalar özetleniyordu:
1 — Meclis-i Meb'usan'ın İstanbul'da toplanması zarurîdir. Yalnız, biz İstanbul'a gitmemeliyiz. Sadrazam Paşa, meclisin İstanbul'da vicdan huzuru içinde kararlar alabileceğini yabancılardan söz alarak vâdetti. Fakat, yalnız bizim için güvence sağlamak mümkün olamayacağından, «milletvekili olurlarsa izinli olarak veyahut milletvekili olmadan daha yüksekte ve milletin sevgilisi olarak kalmaları uygun olur» deniliyordu.
Birinci maddenin (b) fıkrasında: «Zaten hükûmet, yapılacak anlaşmada nisbî temsili, azınlıkların hakları bakımından kabule mecburdur. Şu halde, Millî Meclis'in, azınlıkların da yeniden seçime katılmaları için dağılıp yeniden seçileceği bazı çevrelerce kesin olarak ümit edilmektedir» şeklinde yeni bir bilgi veriliyordu.
Birinci maddenin (c) fıkrasında da: «Hükûmet
gerçekte iyi niyetlidir. Ancak isteksizlik içindedir» güvencesi
okunuyordu.
İkinci maddede de: «Elden geldiği kadar sosyalist, birkaç temiz
Hürriyet ve İtilâfçı v.b. çıkarmak» gibi bizim anlayamayacağımız
çapraşık ve karışık bir anlayışın belirtisine rastlıyorduk. Ondan
sonra:
3'üncü maddeyi: «Hükûmeti güç durumlara düşürmemek.»
4'üncü maddeyi de: «Bize zararı dokunacakları, her şekilde inandırarak elde etmek istiyorum. Herkes de bana bunu tavsiye ediyor. Örnek olarak, Refi Cevat, sosyalistler gibi» görüşleri içine alıyordu (Belge: 180).
1 ve 4 Ekim 1919 tarihlerinde, İstanbul'daki teşkilâtımıza uzun düşünce ve yorumların yer aldığı cevaplar verdik. Bu cevaplarımızda, özet olarak: «Milletvekillerinin İstanbul'da toplanması her bakımdan tehlikeli ve sakıncalıdır» dedik ve açıklamasını yaptık.
Cemal Paşa vasıtasıyla hükûmete bildirdiğimiz görüşleri özetledik. «Bizim için var olan tehlikenin bütün milletvekilleri için söz konusu olduğunu» ispata çalıştık. «Bizim seyirci durumunda kalmamız mutlaka arzu buyuruluyorsa, gerekçeleriyle birlikte» bildirilmesini istedik (Belge: 181).
Yalnız, Kara Vasıf Bey'e çekilen telgrafta:
«Ahmet İzzet Paşa Hazretleri, aslında Millî Mücadele'nin İstanbul'da katliama yol açabileceği zannında idi. Sözlerinin ciddiye alınması öncelikle bu kanaatlarının değişip değişmediğini bilmekle mümkündür.
Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri'ne gelince: Onun da kararsız olduğunu bilmez değilsiniz.
Abuk Paşa da aynı zihniyet ve ruh hali içindedir. Göz doktoru Esat Paşa hakkında kesin bir düşüncem yoktur.
Yalnız, bazıları bu zatı son derece dar görüşlü, pek fazla şan ve şöhret düşkünü olarak gösteriyorlar. Sözün kısası, irade ve düşüncelerinde kararlılık ve isabet olmayan ve İstanbul'da düşman baskısı altında düşünen resmî ve özel şahısların tavsiyeleri incelenmeye değer» dedikten ve söz konusu olan toplantı yeri hakkında, yeniden, gelebilecek tehlike ve sakıncaları saydıktan sonra «asıl garip karşılanacak olan nokta, bizi, yani adları bilinen iki üç kişiyi korumakta güçsüzlüğe düşen hükûmetin, Öteki milletvekillerini nasıl koruyacağı meselesidir.
Bizde yavaş yavaş yer etmeye başlayan görüş ve kanaat, ne yazık ki yabancılar değil, aksine belki onlardan çok, şimdiki hükûmet üyeleri ile diğer şahıslardan bazılarının bizi tehlikeli saymakta olmalarıdır» dedik.
Bundan sonra yer alan fıkralardan birinde: «Nisbî temsili kabul etme zarureti karşısında Meclis'in dağıtılmasını şimdiden düşünen bir çevrede, Meclis-i Meb'usan'ın toplanmaması gereği tabiî görülmelidir» kanaatini belirttik.
Bir fıkrada da : «Hükûmetin istekli olmadığı sözünden bir şey anlayamadığımıza işaret ederek, «maksadı bizi güç zamanlarda yalnız bırakmak mıdır?» sorusundan sonra, onların bir düşüncelerine karşılık olarak da «muhaliflerin iktidara geçmesinden korkmak yarar sağlamaz.
Bundan dolayı politika ve tutum değiştirilemez»
dedik (Belge: 182).
Efendiler, bu yazışmalardan ve bu yazışmalarda ileri sürülen
düşüncelerden kolaylıkla anlaşılmaktaydı ki, bizim İstanbul'daki
teşkilâtımızın ileri gelenleri, hükûmet adamlarının, şunun bunun
görüşlerine tutsak olmuşlar ve artık onlara sözcülük etmekten öteye
bir görev yapmıyorlardı.
İşte, diğer bir şifre telgraf ki, 6 Kasım 1919 tarihinde yazılıyor, ancak şifrenin metninde Kara Vasıf Bey'in görüş ve üslûbu hâkim oluyor ve Harbiye Nâzırı Cemal Paşa imzasıyla geliyordu.
Bu şifrede yine toplanma yerinden söz edilerek, özellikle: «Önce siyasî sakıncalar var, sonra idarî sakıncalar var, daha sonra toplanma imkânı yoktur... Zaruret duyguya hâkim olmalıdır... Uygun karşılığınızı acele olarak kabineye bildiriniz» sözleriyle baskı yapılıyor ve «Japon Rıza Bey'le birlikte pek yakında iyi haberlerle sizin yanınızda olacağım» müjdesi veriliyordu. «Sulh ve Selâmet'i iyice kazandık demektir. Millî Türk de bizim. Milî Ahrâr'ı (92) yıkıyoruz.
Millî Kongre yola gelecek» cümleleriyle de iyi
haberlerin nelere, ne gibi boş şeylere ait olduğunu belirtmekte
acele ediliyordu (Belge: 183).
Kara Vasıf Bey'e 7 Kasım 1919'da hemen Sivas'a gelmesini yazdım.
Kara Vasıf Bey'in yine aynı konu ile ilgili olarak gönderdiği, 19
Kasım 1919 tarihli şifresinde uzun düşüncelere dayandırdığı muhakeme
ve mantığını şu cümlede özetliyordu:
«Kuva-yı Milliye ile aynı görüşte olan Meclis, Padişah'a karşı
düşmanlık ilân ederse, Anadolu kimin arkasından gider?!... Kuva-yı
Milliye'ye mi tâbi olsun?!...
Meclisi Anadolu'da toplamak düşüncesinden vazgeçmek, bir vatan
borcudur...» (Belge: 184)