İlk Yazılı Belgeler

İlk yazılı belgeleri M.S. 5. yüzyılda başlayan ve tarih boyunca çeşitli şaheserlerin yazımında kullanılan dilimiz, bu
uzun ve verimli geçmişine rağmen yeterince işlenmediği ve korunmadığı için, günümüzde sahip olduğu anlatım imkânları oranında bilinmemekte ve dilimizin bu gücünden faydalanılamamaktadır. Türkçeyi gücü oranında tanımayan, bilmeyen veya kullanamayanlar da zaman zaman başka dillerle karşılaştırarak fakir bir dil gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Anlatım gücü, gerçek kelime hazinesi göz önüne alınmadan yapılan bu karşılaştırmalarda Türkçenin aleyhine sonuçlar çıkarılmaktadır. Tarihî süreçte Türkçenin yabancı dillerden etkilenmiş olması, dilimizin yapısını ve milletimizin o dönemlerdeki kültürel ve sosyolojik durumunu bilmeyen veya bunu göz önüne almayan kişilerce Türkçenin fakirliğine dayandırılmaktadır.
Tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış, farklı bölgelerde çeşitli devletler kurmuş olan milletimiz, tabiatıyla bu bölgelerdeki milletlerle kültür alış verişlerinde de bulunmuştur. Bu ilişkiler sonunda kültürde meydana gelen değişmeler, kültürün taşıyıcısı ve en önemli göstergesi olan dile de yansımış, Türk dili ile bu milletlerin dili arasında çok önemli oranlarda alış verişler olmuştur. Türk dili ve kültürü birtakım değişmelere uğramış, ancak sağlam bir temelinin bulunması dolayısıyla bu değişmeler özüne fazla etki edememiştir. Bu temasların meydana geldiği dönemlerde Türk milleti, siyasî açıdan azınlık durumunda kalmadığı için, azınlıkların ruh hâliyle kendilerini koruma ve bu sayede yok olmaktan kurtulma içgüdüsüyle davranmamış ve bu yüzden yabancı etkilere açık kalmıştır. Kültürel temasların olduğu dönemlerin pek çoğunda asker ve nüfus bakımından daha güçlü bir durumda olanlar Türklerdir. Yakın tarihlere kadar Türklerin azınlık durumuna düştüğü ve bu sebeple yok olmamak için kendi kültürel değerlerini koruma kaygısı taşıdığı, yani azınlık psikolojisiyle davrandığı dönemler pek görülmez.
Ayrıca çeşitli din değişiklikleri esnasında, Türklerin, karakter özelliklerinin bir sonucu olarak yeni dinlerini bütün samimiyetleri ve dürüstlükleriyle benimsedikleri, bu yeni dinin kendisinden önce ortaya konmuş kültürel değerlerini hiç yadırgamadan kabullendikleri görülür. Özellikle İslâmiyetin benimsenmesinden sonra, Müslüman milletlerin bizden önce ortaya koydukları medeniyetin en sadık ve en dürüst koruyucuları durumuna gelmişlerdir.
Bütün sosyal olaylar gibi kültürde ve dilde meydana gelen değişmeleri de, sadece bir iki sebebe bağlamak mümkün değildir. Ayrıca tarihî bir olay değerlendirilirken, bugünün şartları değil, o günün şartlarını göz önüne almak gerekir. Arap ve Fars dillerinin Türkçe üzerinde niçin daha fazla etkili olduklarını veya bugün batı dillerine karşı Türkiye’de ortaya çıkan hayranlığın sebeplerini araştırırken de, bütün tarihî, sosyolojik, kültürel faktörler hesaba katılmalıdır. Meseleye böyle bakılınca, yabancı dillerin Türkçe üzerindeki etkilerinin sebepleri arasında, Türklerin azınlık durumunda kalmamaları yüzünden “kültürlerini ve dillerini koruma kaygısı taşımamaları” ve “yeni din ve kültürleri, karakterlerinin gereği olarak bütün samimiyetleri ile benimsemeleri” şeklinde özetleyebileceğimiz sebepleri de sayabiliriz. Olumsuz sonuçlar doğuran ve Türkçenin yeterince gelişmesini engelleyen bu tesirin, böyle bir ruh hâlinin yarattığı anlayıştan kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. Ancak bu etkiye yol açan yazı, vezin, ortak medeniyet, vb. gibi başka tarihî ve sosyal sebepler de elbette bulunmaktadır.
Gerçekler böyle iken bir kısım insanlarımızın dilde görülen alış verişleri Türkçenin fakirliğine dayandırmaları, bilgisizliklerinden kaynaklanmaktadır. Türkçeyi yeterince tanımayanlar, İngilizce, Almanca gibi dillerin birkaç yüz binlik kelime varlığına karşılık Türkçenin 50-60 binlik bir kelime hazinesinin bulunduğunu, dolayısıyla fakir bir dil olduğunu savunurlar.
Türkçenin bilim dili olamayacağını veya fakir bir dil olduğunu ileri sürenlerin dayandığı ilk nokta, kelime varlığımızın yetersiz olduğu düşüncesidir. Sözlüğümüzün 50 bin civarındaki kelime kadrosunu İngilizce ile kıyaslayanlar, “Türkçe zengin bir dil değildir.” şeklindeki kanaatlerini ispatladıklarını sanırlar. Oysa “bu acele verilmiş hüküm bir dilin gücünü sadece o dildeki kelime sayısıyla ölçmek demektir ki böyle bir kabul dil bilimine göre tamamen yanlıştır.” Sözlükte yer alan kelimelerin sayısına dayalı bir karşılaştırmada durum, Türkçenin tarih boyunca ve bugün şuurlu bir şekilde işlenmemesinden dolayı Türkçenin aleyhine göründüğü için, iddia sahiplerini haklıymış gibi gösterebilir. Nitekim Türkçenin bugünkü durumuna ilişkin değerlendirme yapanlar bu kaygılarını dile getirirler: “Türkçe bu asrın başında 100 bin kelimelik dev bir dil iken şimdi 20 binlere kadar düşmüştür. Oysa bu asrın başında 80 bin civarında olan İngilizce şimdilerde 400 binin üzerinde bir kelime hazinesine sahiptir.” Dil Bayramındaki bir konuşmasında Hamza Zülfikar, “80 bin kelimelik Osmanlı kamuslarından 1940’ta 15 bin kelimelik Türkçe Sözlük’e gelindiği bir gerçektir.” şeklindeki ifadesiyle, karşılaştırma amacı gütmeden, sadece Türkçenin 1940’lı yıllarda meydana gelen hızlı değişmeden dolayı içine düştüğü durumu haklı olarak belirtiyor.
Öncelikle bu ifadelerde hem Türkçe, hem İngilizce için verilen rakamların Türkçenin aleyhine, İngilizcenin lehine çok abartılı olduğunu belirtmek gerekir. Türkçenin gerçek söz varlığı hangi çalışma ile kesin olarak tespit edilmiştir? Mehmet Hengirmen, 1988 yılında Türk Dil Kurumunun yayımladığı sözlükte ortalama 60 bin sözcük bulunduğunu söyler. Yazarın yer verdiği İngilizcenin üç sözlüğündeki kelime sayısı da Redhouse 1968’de 160 bin, Cambridge İnternational Dictionary of English 1995’te 100 bin, Webster’s New World Dictionary 1970’te 80 bin” şeklindedir.
- yüzyılda yazılmış olanDivan ü Lugati’t-Türk’te yer alan kelimelerin sayısı 8624’tür. Oysa aynı dönemde hazırlanmış bir Lâtince-İngilizce sözlükte yer alan kelime sayısı 3000’dir. Türkçedeki kelime sayısı, bu dönemde, İngilizcedeki sayının yaklaşık üç katı kadardır. Üstelik Kaşgarlı Mahmut, eserinde, canlı dilde yaşamayan ve Türkçe kökenli olmayan kelimelere yer vermediğini de belirtir. XI. yüzyılın bu güçlü dili yukarıda belirttiğimiz çeşitli sebeplerle gerektiği şekilde işlenmediği, yüzyıllarca ihmal edildiği halde bugünkü durumuna gelmiştir. Türkçemiz bugün, Türkçenin ilim dili olamayacağını, Türkçenin fakir bir dil olduğunu savunanların iddia ettiği kadar vahim bir durumda değildir.
Türkçe bütün olumsuzluklara rağmen, günümüz dünya dillerinin hiçbirisinden geride değildir. Kelime sayılarına dayalı bir karşılaştırma, Türkçenin yapı ve işleyişinden dolayı bütün kelime ve kelime değerinde olan anlatım araçları sözlüklerde yer almadığı için gerçek ve doğru sonuçlar ortaya koyamaz. Sözlükte yer almayan veya hepsi sözlüklerde yer almayan, ancak her biri diğer kelimeler gibi birer anlatım aracı olan Türkçenin gizli diyebileceğimiz çok geniş bir söz varlığı bulunmaktadır. İlk bakışta, sözlüklerde yer almadığı için görülmeyen bu söz varlığını şöyle gruplandırabiliriz:
1- Türkçe bilindiği gibi sıfat-fiil ve zarf-fiil ekleri bakımından zengin bir dildir. Hemen hemen bütün fiillerle kullanılabilen 20 civarındaki işlek sıfat-fiil ve zarf-fiil ekimiz, cümle içinde kullanılan geçici kelimeler türetmekte ve bu kelimeler isim, sıfat, zarf, vb. olarak kullanılmaktadır. Türkçede bulunan fiil sayısının 20 katı kadar kelime Türkçenin kelime hazinesine bu eklerle kazandırılmaktadır. Ancak bu eklerle türetilen kelimeler, cümle içinde kullanılan geçici kelimeler oldukları için sözlüklerde yer almamakta, kelime sayısı belirlenirken göz önüne alınmamaktadırlar. Bu eklerden “imek” fiiliyle kullanılan “-ken” zarf fiil eki, sadece fiil tabanlarına değil, hem çekimli fiillere ve hem de isimlerin bulunma hâli eki almış şekillerine eklenerek onların cümlede zarf olmalarını sağlamaktadır. Oysa bu kelimelerden sadece sıfat-fiil eklerinin kalıplaşması sonucu oluşmuş kalıcı kelimeler sözlüklerde yer alır.
2- Türkçede isim soylu kelimelerin hepsi cümle içinde isim, sıfat, zarf, zamir olarak ve hatta bir kısmı çekim edatı olarak kullanılmaktadır. İsim, sıfat, zarf, zamir, çekim edatı görevleriyle kullanılan bu kelimeler arasında morfolojik bir fark bulunmamaktadır. Herhangi bir isim kullanılışta hiçbir şekil farklılığına uğramadan bütün bu türlerde cümlede yer alabilmektedir. Cümledeki yerine ve görevine bağlı olarak farklı bir türde kullanılan ve dolayısıyla farklı bir anlam kazanan kelime, sözlükte sadece bir yerde madde başı olarak yer almaktadır. Bazı dillerde ise her hangi bir isim, sıfat olarak kullanılınca morfolojik bir farklılığa uğramakta, dolayısıyla sözlüklerde ayrı bir madde başı hâline gelmektedir. Kelime sayısına dayalı olarak Türkçe ile bu yapıdaki başka dilleri karşılaştıracak olanların Türkçenin bu özelliğini de göz önüne almaları gerekir. İsimlerle kullanılan “-ki aitlik eki” hem yalın hâlde bulunan ve hem de bazı hâl eklerini almış bulunan isimlere getirilerek bu kelimelerin türünü değiştirip cümle içinde sıfat veya zamir olarak kullanılmalarını sağlamaktadır.
3- Türkçede varlıkları, kavramları ve hareketleri tamlamalardan faydalanarak isimlendirmek çokça başvurulan bir yoldur. Belirtisiz isim tamlaması, sıfat tamlaması, birleşik fiil, isnat grubu, kısaltma grupları yapısında karşımıza çıkan bu dil birlikleri, tek kelimeler gibi bir anlatım özelliğine sahiptir. Varlık, kavram ve hareketlerin ifadesi için kullanılan bu gruplar bir kelimeden oluşmadıkları için çoğu zaman sözlüklerimizde madde başı olarak yer almazlar. Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı bu zenginliği, imlâ kurallarımızın gereği olarak bu dil birliklerini ayrı yazmamız, onları dilin söz dağarcığına dahil etmemize engel olmamalıdır. Nitekim Almanca ile yazılmış herhangi bir gazete yazısı veya makaleye göz attığımız zaman, kelimelerin önemli bir kısmının birleşik kelimeler olduğunu görürüz. Aradaki fark, onlar bir kavramı, bir varlığı isimlendiren bu yapıdaki kelimeleri hemen birleştirir, bitişik yazarlar; bizde ise büyük kısmı ayrı yazılır. İmlâ Kılavuzu’nda bu konuyla ilgili kurala yer verilirken, başta şu açıklama yapılır: “Birleşik kelimeler yazılış bakımından bitişik yazılanlar ve ayrı yazılanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bitişik yazılan birleşik kelimelere bitişik kelime adı verilir.” Bitişik yazılmayan birleşik kelimeleri, imlâ kuralı dolayısıyla ayrı yazıldıkları için yok saymak, Türkçenin söz dizimi yapısının dile kazandırdığı bu zenginliği göz ardı etmek ne kadar doğru bir değerlendirme olur? Türkçenin sadece bitişik kelimeleri değil, birleşik kelimeleri de, kelime sayısının belirlenmesinde göz önüne alınmalıdır.