Türkçenin Dünü, Bugünü, Yarını

Teşekkürler post ...

Bu bildiride eksik kalan önemli bir nokta da, konu “bilim dili” olduğuna göre, bir bilim dilinde aranan özelliklerin neler olduğunun açıklanmamasıdır. Türkçe bilim dili olamaz iddialarına karşı verilecek en iyi yanıt, dilin bu bakımdan taşıdığı nitelik ve özelliklerin sıralanması olmalıydı. Ne yazık ki bu da yapılmamıştır.

Söz konusu bildiride düzeltilmesi gereken bir başka önemli nokta da 1983 yılında yeni bir düzenlemeden geçirilen Türk Dil Kurumu çalışmalarının dinleyiciye yanlış yansıtılmasıdır. Sayın konuşmacı, burada eski ve yeni Türk Dil Kurumu gibi gereksiz ve maksatlı bir ayırıma giderek 1983 yılına kadar eski Türk Dil Kurumunda 65 alanda (!) çok sayıda terim sözlükleri çıkarıldığını ve 120.000 terimin tutunduğunu, daha sonra bu eserler yayımlanmadığı için bunların unutulup kullanımdan düştüğünü ve yerine yenilerinin konmadığını ileri sürmüştür. Böyle bir açıklama, sayın konuşmacının TDK’nın 1983’ten sonraki yayınları üzerine hiç eğilmediğini ve ezbere konuştuğunu ortaya koymaktadır. Bir kez çok küçük çaptaki bu eski sözlükler incelendiğinde görülür ki, oralarda yer alan ve terim olarak gösterilen sözlerin büyük bir bölüğü ayrı zamanda terimleşmiş olsa da genel dilde öteden beri zaten var olan ve kullanılagelen sözlerdir: Abdal “gezginci derviş”, ağıt, bağlama, benzetme, bunama, caize, danaburnu, delice, destan, dörtlük, ebced, halk edebiyatı, ilâhî, karamuk, oyun yazarı, pamukcuk, polis romanı, sarmaşık, sığırcık, suçiçeği gibi. Bunlardan bir bölüğü de toplumda genel kabul görerek benimsenmiş olan terimlerdir. Kullanımda oldukları için bunların unutulması söz konusu olamaz. Bir başka bölüğü ise taşıdıkları aşırılık veya kavram yanlışlığı dolayısıyla dile mal olma değerini yitirmiş olan terimlerdir. Gözyaşı tecimi, neden bilim, akışta “koşuk”, belgin, betimce, örge, örü, taşırılık, ülküt vb. bu küçük çaplı sözlükler bir dilcilik süzgecinden geçirilerek gerekli olanları yeniden yayımlanmıştır. Toplumda benimsenmemiş olanları yeniden yayımlamanın bir gereği var mıdır? Kaldı ki, bunlardan bir bölüğünün mevcudu bile tükenmemiştir.

Türk Dil Kurumunun 1983’ten önce 65 alanda terim yaptığı, sözüne gelince: Türk Dil Kurumunun 1932 yılından beri yaptığı yayınlar ortadadır. (TDK Yayınları Kataloğu 1932-1999, Ankara 1999). Bunun Atatürk dönemi dışında kalan 1950-1983 arasındaki yıllarında yayımlanan başlıca terim sözlüklerinin sayısı 20’dir. Bu da demektir ki, bu kadar alanla ilgili terim yapılmıştır. İleri sürüldüğü gibi 65 alanda değildir.

Türk Dil Kurumu 1983’ten sonra terim konusuna el atmamış ve yeni terim sözlükleri yayımlamamıştır iddiasına gelince: Sayın konuşmacı burada da bilerek veya bilmeyerek yanılgıya düşmüştür. Çünkü, Türk Dil Kurumu, 1983’ten sonra öteki alanlara olduğu gibi, terim alanına da ciddî ölçülerle eğilmiştir. TDK’nın 1973’te hazırladığı küçük boy Terim Hazırlama Kılvuzu’nu yetersiz bulduğu için, terim sözlükleri hazırlayacaklara öncülük etmek üzere, Prof. Dr. Hamza Zülfikar’a Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları başlıklı 213 sayfalık, kapsamlı bir eser hazırlatmıştır (Ankara 1991). Ayrıca Atatürk’ün geometri terimlerini de içine alan Geometri kitabını (1991) ve Anayasa Sözlüğü’nü yeni gereksinimlere göre genişleterek yeniden bastırmıştır (Ankara 1985). Daha önce Prof. Dr. Sevinç Karol tarafından hazırlanan Biyoloji Terimleri Sözlüğü, Sevinç Karol-Zekiye Suludere-Cevat Ayvalı tarafından yeni baştan işlenip genişletilerek 1067 sayfalık kapsamlı bir sözlük biçiminde yayımlanmıştır (Ankara 1998). Kurumca daha önce yayımlanan Dilbilim Terimleri Sözlüğü, birçok yönden yetersiz kaldığı için hem ülkemizdeki dil bilgisi ve gramer alanındaki terim kargaşasını önleme hem de sağlıklı bir terim sistemi geliştirme bakımından Prof. Dr. Zeynep Korkmaz’a hazırlatılan birleştirici ve bütünleştirici nitelikte Gramer Terimleri Sözlüğü yayımlanmıştır (Ankara 1992). Buna Emine Gürsoy-Naskali’nin hazırladığı Türk Dünyası Gramer Terimleri Kılavuzu da eklenebilir (Ankara 1997). Matematik Terimleri Sözlüğü (1983) ile Nükleer Enerji Terimleri sözlüğü de yayımlanmış bulunmaktadır. Prof. Dr. Turhan Baytop’un aynı zamanda terimleri ve 500 renkli resmi içine alan Türkçe Bitki Adları Sözlüğü (Ankara 1994) de değerli bir çalışmadır. Bunlara hazırlama, inceleme veya baskı aşamasında olan Kimya Terimleri Sözlüğü, Malzeme Bilimi Terimleri Sözlüğü, Bilgisayar Terimleri Kılavuzu gibi terim sözlüklerini de eklemek gerekir. Görülüyor ki, Kurum bu alanda da üzerine düşen görevi yapma gayretindedir. Gerçek durum bu iken sayın konuşmacının “eski Dil Kurumu”, “yeni Dil Kurumu” gibi gereksiz ve bölücü bir ayırımla, dinleyicilere yanıltıcı yanlış bilgiler vermesi olağan karşılanacak bir durum değildir. Nitekim, bu yanlış değerlendirme Türk Dil Kurumu Başkanı Sayın Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın tarafından dile getirilerek dinleyicilere doğru bilgiler verilmiştir. Ayrıca, TDK’ce yayımlanan, dilimize yeni girmiş Yabancı Kelimelere Karşılıklar başlıklı iki kitapta (Ankara 1995-1998) yer alan karşılıkların bir kısmı da terim niteliğinde olduğu için, bu yolla da ihtiyaç duyulan terimlere karşılıklar bulunmaktadır.

“Türk Dünyasında Ortak İletişim Dili Olarak Türkçe” konusuna ayrılan üçüncü oturumda, bildiri sunacak beş konuşmacı gelemediği için yalnız Prof. Dr. Nimetullah Hafız (Kosova) ile Sayın Dr. Mustafa Şerif Onaran’ın bildirileri dinlenebilmiştir. Bu konu, daha önce yapılan birkaç bilimsel toplantıda dile getirildiği üzere, çok dikkatli bir değerlendirmeyi gerekli kılmaktadır.

Prof. Dr. Olcay Önertoy ve Prof. Dr. Harid Fedaî’in başkanlığında “Yazı, Konuşma ve Çeviri Dili Olarak Türkçe” konularıyla, 8 Ocak Salı sabahı başlayan dördüncü oturum, Prof. Dr. Nevzat Gözaydın, Cornelius Bischoff, Feyza Hepçilingirler, Vural Öger, Prof. Dr. Hamza Zülfikar ve Dr. Abdülkadir Akgündüz’ün konuyu çeşitli yönleri ile değerlendiren bildirileri ve yapılan tartışmalarla sürmüştür. Konuşmaların her biri ilgi çekici özellikler taşımakla birlikte Sayın Öger ile Sayın Zülfikar’ın konuşmaları bizim özellikle ilgimizi çeken birer konu olmuştur.

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın ve Prof. Dr. Nimetullah Hafız başkanlığındaki beşinci ve son oturum, “Türkçenin Yabancı Diller Etkisinde Kalmasıyla Ortaya Çıkan Sorunlar” konusuna ayrılmıştır. Bu oturumda, Prof. Dr. Doğan Aksan’ın kısa ve özlü konuşmasını, Prof. Dr. Olcay Önertoy, Emin Özdemir ve Cemil Kurt’un konuşmaları izlemiştir. Adları bu oturumda yer alan ve Ankara dışından gelecek olan birkaç konuşmacı da hava muhalefeti dolayısıyla katılamamıştır.

Programda, her toplantı sonunda yarımşar saatlik bir tartışma ve değerlendirme süresi bulunduğu hâlde, bazı konuların niteliği bakımından 15 dakikalık konuşma süresini aşması veya soru sorma ve değerlendirmelerde çok kimsenin söz almak istemesi yüzünden, toplantı konularının kapsamı içine giren bazı hususlarda gerekli açıklamalar yapılamamış; bu hususlar bulanık kalmıştır. Oysa, Türkçenin yalnız dünü bakımından değil bugünü ve yarını açısından da önemli olan noktaların açıklanarak vurgulanması gerekirdi. Zaman yetersizliği dolayısıyla açıklanamamış olan bu noktalarda ilgililerin doğru bilgilendirilmesi gereğine inandığınız için bu konudaki bazı görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik. Şöyle ki:

Bildiri sunuşları veya tartışmalar sırasında ileri sürülen görüşlerden biri (Cemil Kurt, Türkçenin Yabancı Diller Etkisinde Kalmasıyla Ortaya Çıkan Sorunlar), dilimize girmiş yabancı sözlerin, özellikle Arapça ve Farsça olanların dilin bir kültür dönemini yansıttıkları gerekçesi ile benimsenmesi ve dilden atılmaması yolundaki görüşüdür. Bizce burada üzerinde durulması gereken önemli nokta, dile girmiş yabancı sözlerin niteliğidir. Dilimizde yer almış Arapça, Farsça ve batı kökenli yabancı sözleri ikiye ayırmak gerekir:

1) Bunların bir kısmı dile girdikten sonra, zamanla ses ve şekil yapıları açısından olsun, anlam açısından olsun, Türkçenin kendi kalıplarına uydurularak Türkçeleştirilmiş olan dolayısıyla da Türkçe sözlerden ayırt edilemeyen nitelikteki sözlerdir. Bunların Türk diline, işleyiş bakımından herhangi bir zarar getirmesi de söz konusu değildir: Aba, akıl, anahtar, bezi, bezelye, çamaşır, çarşamba, çarşı, çerez, çengel, çiltim, düven, efendi, fistan, halat, hasta, ıspanak, kale, kiremit, merdiven, perşembe, sınır, sakal, tavla, vatan, millet gibi yığınlarca söz, kökence Türkçe değildir ama bunlar Türkçenin kendi malı olmuştur. Konuya bu açıdan bakınca bugün artık biçim mi? / şekil mi?, araç mı? / alet mi?, koşul mu? / şart mı?, yapıt mı? / eser mi?, yanıt mı? / cevap mı?, kınamak mı? / ayıplamak mı?, kıyı mı? / kenar mı?, söyleşi mi?/ sohbet mi gibi tartışmalara girmek bizce gereksizdir. Zaman bunlar için en iyi süzgeçtir. Ya bunlardan birini tutar ötekini atar; yahut da aralarında bazı anlam incelikleri oluşturarak ve her ikisini de söz varlığına alarak dile zenginlik katar: Us ile akıl (uslu çocuk / akıllı adam), baş ile kafa (kafa çekmek / kafayı çekmek, kafa tutmak), yürek ile kalp (yüreksiz adam / kalpsiz adam), kuşku ile şüphe (amma kuşkulu adam / şüphe etmeyiniz) arasındaki anlam ayrılık ve incelikleri gibi. Bu türlü Türkçeleşmiş sözleri köken yapılarına bakarak dilden atmaya kalkmak, dile hiçbir şey kazandırmaz. Aksine, kullanımda söz varlığı bakımından bir büzülmeye ve anlam kısırlığına yol açar. Bugün gençliğimizin söz dağarcığının yetersizliğinden yakınıyoruz. Bu yetersizlik, kısmen okuyup öğrenme yetersizliğinden kaynaklanıyorsa, kısmen de belirli sözlere saplanıp kalma alışkanlığından kaynaklanmaktadır. Kademe, basamak, safha, derece, rütbe gibi anlam ayrılıkları taşıyan sözlerin hep aşama ile; seviye, devre, dereke, plân gibi sözlerin hep düzey; adam, insan, şahıs, kişi, kimse sözlerinin hep kişi; sebep, sebebiyle, vasıtasıyla, dolayı, dolayısıyla, yüzünden gibi sözlerin de hep neden sözü ile karşılanması bu yüzdendir. Birçok gencimiz bayram dolayısıyla gelen kartlar yerine bayram nedeniyle gelen kartlar diyerek kar yüzünden yollar tıkanmış diyecek yerde kar nedeniyle yolar tıkanmış diyerek Türkçemizin tadını tuzunu kaçıran cümleler kurmaktadır. Bunlar aynı zamanda belirli sözlere takılıp kalmanın getirdiği anlam büzülmeleri, anlam yetersizlikleridir. Bu konuda bir ikinci örnek de olay sözüdür. Bugün birçok aydınımız oluş, kılış, eylem veya olgu ile hiçbir bağlantısı olmayan durumlarda bile olay sözüne saplanıp kalmaktadır. Onlar için konu, durum vb. sözler ile karşılanabilecek anlatımlar bir yana, her nesnenin adı bile olay’dır: ev olayı, masa olayı, yol olayı gibi. Bu konuda daha nice örnek sıralanabilir.

2.) İkinci tür yabancı sözler, dilimize, geldikleri dilin ses yapıları ve gramer kalıpları ile birlikte girmiş olanlardır. Bunlar aydın dilinde yer eden, halka ve topluma mal edilmemiş olan sözlerdir:

Please follow and like us:
Pin Share

Author

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


Warning: Undefined array key "sfsi_plus_copylinkIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 283

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_riaIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 286

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_inhaIcon_order" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 287

Warning: Undefined array key "sfsi_plus_inha_display" in /var/www/vhosts/bizimdilimiz.com/httpdocs/wp-content/plugins/ultimate-social-media-plus/libs/sfsi_widget.php on line 355
RSS
Follow by Email