Tarihin Aynasında Türk Dili
Lehçelerin yazı dili olmalarında siyasi erkin çok önemli rolü vardır. Batı Türkçesinin gelişmesi ve yazı dili hâline gelmesi Osmanlı imparatorluğunun siyasi ve ekonomik istikan ve gücü sayesinde olmuştur. Memluk Türkçesi, Türklerin Mısır’daki siyasi rollerinden dolayı gelişmiştir. Keza Çağatay Türkçesi de Temürlülerin ekonomik ve siyasi güçleri nispetinde olgunlaşmıştır. Bu bakımdan yazı dili olma olgusunu sosyal, siyasal ve ekonomik gelişmelerin dışında tutamayız ve bunun değerlendirilmesinde söz konusu paradigmaların sürekli göz önünde bulundurulması olayın doğru algılanmasını sağlayacaktır.
TARİHÎ KIPÇAK TÜRKÇESİ: KIPÇAK BOZKIRINDAN NİL HAVZASINA
Karadeniz’in kuzeyi Türklerin tarihî göç yollarından biri olmuştur. Buralarda, M.S. 4. yüzyıldan itibaren Hunların varlığından haberdarız. 5. yüzyılın ortalarında Avrupa Hun devleti çöküşünü müteakiben çeşitli Türk boyları Karadeniz’in kuzeyini âdeta bir hilâl şeklinde kuşatmışlardır. 635’te Tuna Bulgar devleti bugünkü Bulgaristan’ın kuzeyinde kurulmuştur. Yine aynı boya mensup topluluklar İdil ile Kama nehrinin birleştiği yerde başkentleri Bulgar şehri olan İdil (Volga) Bulgar hanlığını kurmuşlardır. Bu hanlığı 1239’da yıkan Moğollar yerine Altınordu devletini kurmuşlar, bu devlet de kısa bir süre sonra Türkleşmiştir. 1552’de Kazan’ın Rusların eline geçmesiyle Altınordu yıkılmış, yerine Kırım, Astrahan gibi küçük hanlıklar kurulmuş, bunlar da bir süre sonra siyasi hakimiyetlerini kaybetmişlerdir.
Mısırdaki Eyyûbîler devletinde (1171-1250) paralı asker ve köle olarak Karadeniz’in kuzeyinden, Kafkaslardan Kıpçak Türkleri getirilmiş ve Bahrîler birliği olarak istihdam edilmişlerdir. Bir süre sonra sarayın kontrolünü ele geçiren bu askerler, Kölemenler yahut Memluklular adıyla bir devlet kurmuşlardır. 1517’de Osmanlıların bu siyasi birliğe son vermelerine kadar bu coğrafyada hakim olmuşlardır.
Kıpçakların tarihî göç serüvenini böylece özetledikten sonra dil konusuna geçebiliriz. Tarihî Kıpçak Türkçesi esas itibarıyla Harezm’deki Türkçenin gelişmiş bir devamıdır. Altınordu Kıpçakçasına ait olan birkaç eser, yazıldıkları coğrafya ve lehçe etkisi sebebiyle Harezm Türkçesine çok benzemektedir. Bu eserler Codex Cumanicus (1303), Kazan hanlığına ait bazı bitig ve yarlıklardır. Codex Cumanicus, Alman ve İtalyan din adamları tarafından Türkleri ve onların dillerini tanıtmak amacıyla yazılmış genel bilgiler veren bir kitaptır. Bu kitapta Türkçe fiiller, isimler, başlıca temel kelimeler ve bilmeceler yer alır. Eser, orta dönemde yazılmış gotik harfli ilk Türkçe metin olması itibarıyla önemlidir.
Mısır ve Suriye’de Kıpçak Türkçesiyle yazılmış eserlerin başında çoğu Arap dil bilginleri tarafından yazılan gramer ve sözlükleri saymak gerekir. Başta, Kitabü ’l-idrak li-Lisani ’l-Etrak, Kitabu Bulgâtü’l-Müştâkfi Lügati’t-Türk ve’l-Kıfçak, El-Kavaniü’l-Külliye Li-Zabtı’l-Lügati’t-Türkiyye ve Et- Tuhfetü’z-Zekiyyefi ’l-Lügati ’t-Türkiyye olmak üzere klasik Arap gramerciliği esas alınarak yazılan bu eserler, Mısır’da siyasi nüfuzu gittikçe artan Türklerin dillerini öğrenmek/öğretmek kaygısıyla kaleme alınmıştır.Bu eserlerde genellikle söz varlıkları listelenmiş, küçük gramer özetlerine yer verilmiştir. Söz konusu eserler, tarihî Kıpçakçanın söz varlığını göstermesi bakımından önemlidir. Daha önce Divanû Lügâti ’t-Türk, Mukaddimetü ’l-Edeb gibi eserlerde Türk dilinin söz varlığı incelenmişti. Mısır’daki bu eserler, bir sözlükçülük geleneği yahut “modası” çerçevesinde kaleme alınmış olmaları bakımından önemlidir. Bu tür bilimsel eserler dışında Saraylı Seyf tarafından İranlı Sâdî’nin meşhur Gülistan adlı ahlâk ve hikmet kitabı, tasavvufi bir eser olan İrşâdü’l-Mülûk ve’s-Selâtin, askerlik ve savaş bilgisi ile ilgili Baytaru’l-Vazıh, Münyetü’l-Güzât gibi eserler de Mısır’da yazılmış önemli Kıpçak dil yadigarlarıdır.
Kıpçak Türkçesi ile önemli eserler yazılmış olmasına rağmen bu dil, bir devlet dili olamamıştır. Zira Altınordu devletinde resmî yazışmalarda kullanılan yarlık ve bitigler dışında devletin eğitim, sağlık, ekonomi alanında kurumlaşmış bir bürokrasi dilinden söz edilemez. Mısır’daki Memluk devletinde ise yazışmalar genellikle Arapça olmuştur. Böylece, Kıpçak Türkçesi, birtakım edebi, estetik, dinî, bilimsel alanlarda tarihî dil hâtıraları bırakmış bir dildir, denebilir.
BATIYA GÖÇÜN UZUN HİKAYESİ: OĞUZ TÜRKÇESİ
Oğuz Türkleri 10. yüzyılın ortalarında Müslüman olmalarını müteakip Irak, Suriye ve Azerbaycan topraklarına kadar gitmişlerdir. 1071’deki Malazgirt zaferinin sonunda özellikle Anadolu’nun doğu ve orta bölgelerinde Bizans’a karşı siyasi ve askerî baskı oluşturulmuş, batı bölgelerine doğru da zaman zaman akınlar yapılmış, Bizans’ın sınırları zorlanmaya başlanmıştır. Zafer sonrasında ilk beylikler (tevâif-i mülûk) (Danişmendliler, Saltuklular, Artuklular) kurulmuştur. Anadolu’da ağır vergi yükünden ve sürekli devam eden savaşlardan dolayı yerli halkın merkezî devletle ilişkileri sarsılmış, dolayısıyla Bizans’ın Anadolu’nun birçok bölgesinde siyasi etkisi azalmıştı. Bu yüzden Bizans halkı, hoşgörüye dayalı İslam anlayışına sahip Türkleri kurtarıcı olarak görmüştür. Türkler, Anadolu’ya yavaş yavaş yerleşmelerine rağmen dil ve edebiyatın oluşması için yeterli dil nüfusu, bir diğer ifadeyle dil konuşurunun olduğu söylenemezdi. Bu dönemde, belli bölgelerdeki Türk askerî garnizonları etrafında kümelenmiş kolonici Türkmen dervişlerine ait tekke mensupları dışında sivil bir Türk nüfusundan pek söz etmek mümkün değildi.
Bu yüzyılın Anadolusunda, Haçlı seferleri, Moğol baskısı, Selçuklu devleti ile beylikler arasında siyasi çekişmelerden dolayı entelektüel ortamın oluşması mümkün görünmüyordu.
Anadolu’da bu kargaşa sürerken 1220’lerde Moğolların Harezm bölgesini ele geçirmeleriyle Sırı Derya boylarında yaşayan Oğuzlar kitleler hâlinde İran, Irak, Suriye, Azerbaycan ve Anadolu’ya göçmeye başladılar. Bu, Oğuzların ilk büyük sivil göçüydü. Bu göç, askerî veya siyasi bir amaçla değil, ekonomik bir kaygı sonucu gerçekleşiyordu. Dönemin tarihçilerinin verdikleri bilgilere güvenmek gerekirse Anadolu kısa sürede Oğuz boylarıyla dolup taşmıştı. Tarihçi P. Wittek, Bizans kroniklerindeki bilgilere dayanarak Anadolu’nun kimi yerlerinde 200 bin Türkmen çadırının tüttüğünden söz etmektedir. Bu büyük Oğuz göçü merhale merhale gerçekleşmiştir. Bu süre en az 60 yıl olmalıdır. Zira Batı Anadolu’da ilk beylikler 1280’lerde kurulmuştur. Önce Irak, Suriye daha sonra da Gaziantep, Kilis üzerinde Toroslara göçülmüş, oradan Konya ovasından geçilerek Batı Toroslara, kuzey-batı Anadolu’ya gidilmiştir. İşte bu göçler sonucunda Türkmenler 13. yüzyılın sonlarına doğru Batı Anadolu’daki Türk beyliklerini kurmuşlardır.
Belli bir coğrafyada bir dilin gelişip yaygınlaşması için öncelikle konuşur sayısının kendisini yenileyecek yeterlilikte olması gerekir. 13. yüzyıldaki yoğun göçlerle Türkleşen Anadolu’da Türkçenin yaygınlaşıp yazı dili olmasında beş temel etken söz konusu olmuştur:
a) Siyasi destek:Anadolu’da Türkçenin yaygınlaşmasında beylerin dil etnik/siyasi destekleri önemli bir rol oynamıştır. Bu destekler, kimi zaman doğrudan devlet erki kullanılarak, kimi zaman da dolaylı ve kültürel olarak sağlanmıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de Konya’da yayımladığı meşhur ferman bu konuda önemli örnektir. Söz konusu tarihte Konya’ya giren Karamanoğlu Mehmet, tahta oturttuğu Giyaseddin Siyavüş’ü hükümdar ilan ettikten sonra Farsça olan resmî yazışmayı kaldırarak yerine Türkçeyi koydurmuştur. Bu uygulamanın ne kadar devam ettiği, ne kadar etkili olduğu bilinmiyor, fakat söz konusu ferman, beylerin Türk diline verdikleri siyasi desteğin simgesi olmuştur.
b) Türkçe yazan şair ve yazarların desteklenmesi:Bir ağızın yazı dili hâline gelmesi için yazılı metinlerin oluşturulması önemli bir aşamadır. Eski Anadolu Türkçesinin yazı dili olma sürecinde bu ağızla oluşturulan metinlerin önemli bir yeri vardır. Özellikle Batı Anadolu’daki Türkmen beylerinin Türkçeye sahip çıktığına dair önemli bilgilerimiz mevcut. Bunlardan Osmanoğulları, Germinyanoğulları, Candaroğulları, Menteşeoğulları beylerinin saraylarında Türkçe yazan birçok şair ve yazarı himaye ettiklerini biliyoruz. Germiyanlı sarayından destek gören Şeyhoğlu Mustafa Marzubânnâme, Kâbusnâme, Kenzü’l-Küberâ ve Mehakkül-Ulemâ, Şeyhî Sinan Harnâme, Hüsrev ü Şirin, Ahmedî İskendernâme ve Cemşid ü Hurşid, Tarvih el-Ervâh mesnevileri ile Divân’ı, Mirkât el-edeb adlı eserleri kaleme almışlar, böyleceAnadolu’da Oğuzcaya dayalı yeni bir Türk edebî dilinin doğmasına önayak olmuşlardır.
Bu dönemde hazırlanan ilk Kur’an tercümeleri, Kelile ve Dimne, Kabusnâme gibi metinlerin çevirileri bizzat beylerin yazarları teşvik etmeleri sonucu yapılmıştır. Böylece Türkçe yazmak devlet katında itibarlı hâle gelmiştir.
c) Tasavvuf hareketleri:Türk dilinin Anadolu’da yaygınlaşmasında, devlet ve halk katında itibar görmesinde tasavvuf hareketleri çok etkili olmuştur. Bilindiği üzere 13. yüzyılda, Haçlı saldırıları ve Moğol baskısı tasavvuf hareketlerinin yaygınlaşmasını sağlamıştır. Türkistan’da başta Yesevilik olmak üzere çeşitli Türk-İslam tasavvuf hareketine mensup Hacı Bektaşî Veli, Hacı Bayramı Veli, Tapduk Emre gibi alp-erenlerin Anadolu’ya gelmeleriyle buralarda da yaygınlaşan tasavvuf hareketi kısa sürede etkili olmuştur. Bu hareketlerin temel karakteri halka yönelik “halk dini” (“Volkislam”) olup halkı doğru yola çağıran, onlara İslam’ın ahlak ve felsefesini benimsetmeye çalışan ahlak öğretileridir. Dil aracılığıyla iletilen bu mesajların muhatabı halk kitleleri olduğundan onlara, kendi dilleriyle hitap etmek gerekiyordu. Tasavvuf hareketleri o zamanının aydınları diyebileceğimiz okur-yazarlar arasında da yayılıyordu. Mutasavvıf derviş-şairler, Türkçenin yanında Arapça ve Farsçayı da muhakkak biliyorlardı. Bunların Türkçe yazmalarının temel sebebi muhatapları olan kitle ile ilgili olmalıdır.
Bu aşamada Bursa’da Süleyman Çelebi tarafından kaleme alınan ve halk arasında mevlit adıyla yaygınlaşan Vesilü’n-necâfın önemli bir yeri vardır. Batı Türkçesinde bilinen ilk na’at sayılan bu metin, sade ve anlaşılır bir Oğuzcayla yazılmıştır. Mevlit’in önemi, yazılmasından çok okunmasıyla ilgilidir: Çeşitli halk törenlerinde (düğün, ölüm vb) bu metnin bestelenmiş şekli ilahi şeklinde Kur’an’la birlikte okunmuş; Türkçe, Arapça ile âdeta eşit statüye kavuşmuştur. Böylece “kimesnenin bakmaz” olduğu yerli dille yavaş yavaş edebî eserler de yazılmaya başlanmış, Türkçe devlet ve aydınların gözünde saygınlık kazanmıştır.
d) Osmanlı devleti tarafından Türkçenin resmî dil olarak kabul edilmesi:Türk dilinin Anadolu’da yazı dili olmasındaki diğer bir tarihî etken de Osmanlı devletinin Türkçeyi resmî devlet dili olarak kabul etmesi olmuştur. Alman dilbilimci Max Weinreich, “yazı dili, arkasında ordu ve devlet olan ağızdır” diyor. Yani, yazı dili, bir ağızın (diyalekt) devlet erki yoluyla yazılı hâle getirilmiş biçimidir. Yazı dili, yazısı olan, yazılan bir ağızdır. Selçuklular İran’ı fethettikten sonra yazı ve diplomasi geleneği olan Farsçayı resmî yazışmalarda kullanmaya devam etmişlerdir. Yukarıda ifade edildiği gibi Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasıyla oluşan siyasi karışıklık ortamında Farsça saygınlığını kaybetmiştir. Zira Farsçayı devlet dili olarak kabul eden “devlet”in çökmesiyle dilin arkasında duran bir güç kalmamıştır. Bu sırada Moğolların cesaretlendirmesiyle kısmı özerklikler kazanan Anadolu beyliklerinin saraylarında Türkçe saygınlık kazanmaya başlamıştır. Bu aşamada Türk diline önem veren Osmanoğulları da bu dili resmî dil olarak kabul etmekte tereddüt göstermediler. Böylece Türkçenin Anadolu’da başlayan yazı dili olma mücadelesinde son merhaleye geçilmiştir.
e) Osmanlı bürokrasi dilinin Türkçe üzerinden gelişmesi:Bürokrasi, devletin resmî yazışma sistemidir. Bütün resmî yazışmalar, eğitim dili, mali, askerî ve ekonomik kayıtlar, tarihî metinler, vakıf kayıtları… devlet diliyle (resmî dil) yapılmaktadır. Bir ülkenin bürokrasinin dili, ülkenin bütün bu kuramlarında ölçünlü (standart) bir dil kullanmayı gerektirir. Osmanlı devletinin de bürokrasisi zaman içinde Türkçe yazışma zorunluluğunu doğurmuş ve Türkçeye bir bürokrasi dili oluşmuştur.
Bu beş önemli etken Türkçenin Anadolu’da yazı dili olmasının yolunu açmış ve nihayet İstanbul’un fethiyle bu süreç tamamlanarak Oğuzcaya dayalı Batı Türkçesi 16. yüzyıldan sonra bir imparatorluk dili olmuştur.